İlk yazıda biraz eskilerden başlayacağım. Dünya gaz ve toz bulutuydu. 4,5 milyar yaşındaki dünyamız insan türü için bilinen tek yaşam alanı. Varsa, diğer türlerin nerede yaşadığını bilmiyoruz zaten. İnsanoğlunun 50.000 yıllık tarihi içinde konut anlayışında çok değişiklik olduğunu belirtmeye sanırım gerek yok. Fakat mağaradan gökdelenlere uzanan yolda konutun temel işlevi aynı kalmıştır: “güvenli bir ortam”.
Bugün dünyada yaşayan 7.263.318.459 kişi başını sokacak bir çatıya ihtiyaç duyuyor ve insanların yarısı çatısını sadece 6 ülkede (Çin, Hindistan, Pakistan, Endonezya, ABD, Brezilya) arıyor. Dünyamızın sınırları belli, üzerinde ikamet edilebilecek kara parçaları da. 510 milyon metrekare yüzölçümüne sahip yerkürenin %30’u karadan oluşuyor. Bu da yaklaşık 149 milyon metrekare eder. Yaşam alanı çok sınırlı olan kutupları çıkardığımızda bu alan biraz daha azalıyor. 8,7 milyon canlı türünün ev sahibi gezegenimizde yuvasını çimento ve demir kullanarak yapan tek türüz.
Farklı nedenlerle değişen dönemlerde bazı coğrafyalar daha çekici olabiliyor. Örneğin, bugün dünyanın en kalabalık kenti, 24 milyonun üzerindeki nüfusuyla Şangay, İstanbul ise 6. sırada. Henüz deniz üzerinde veya kutuplarda şehir kuramadık. Mars’ta kolonileşme 2026’dan önce olmayacak gibi görünüyor. Dünya dışında ise sadece 6 kişi yaşıyor, onlar da uzaydaki görev yerlerindeki astronotlar.
Tahmin edileceği gibi dünyanın en kalabalık ülkesi, Hindistan tarafından geçilinceye kadar, 1,4 milyara yaklaşan nüfusuyla Çin. En az insanın yaşadığı yer ise Pasifik Okyanusu’ndaki güzide ülke Pitcairn Adaları. Kaç kişi mi yaşıyor? Sadece 56. Peki ya siz, kalabalık bir yerde mi yaşamak isterdiniz, yoksa tenhadan mı hoşlanırsınız? Kilometrekareye düşen kişi sayısında Makao 18.534 kişiyle başı çekerken, dünyanın en ıssız ülkesi Grönland’da bu oran 0,026. Türkiye’de, kilometrekarede 100 kişiye rastlayabilirsiniz.
Maslow’un ihtiyaçlar hiyerarşisinde güvenlik bölümünde sıraladığı barınma, önemini hiç yitirmeyecek bir konu olarak hep gündemde kalacak.
Konut veya evi,içinde insanların yaşadığı, etrafı çevrili, üstü kapalı yapı şeklinde tarif edebiliriz. Ne ilginçtir ki aşağıdaki iki şey de bu tarife uyuyor.
Her dönemde konut ihtiyacının arttığından bahsedilir. 1800’ün başlarında 1 milyar olan dünya nüfusu, 1963 yılında 3,2 milyara, 2013’te ise iki kattan fazla artarak 7,2 milyara ulaştı. Son 50 yılda ortalama ömür 54’ten 70’e, toplam gelir ise (Gayri Safi Yurt İçi Hasıla) 1,6 trilyon dolardan, 75 trilyon dolara çıktı. Nüfus artış oranı %2’lerden %1,2 seviyesine gerilese de tüm veriler konut ihtiyacının arttığına işaret ediyor. 1975-2014 döneminde dünyanın belli başlı ülkelerindeki konut fiyatlarının enflasyondan arındırılmış haliyle ortalama 2 katına çıkması da bu görüşü destekliyor. Elbette konut donanımı ve kalitesindeki gelişmelerin etkisi göz ardı edilmemeli.
Ev başına düşen kişi sayısına baktığımızda, en düşük sayının 2 ile Japonya’da, en yüksek sayının ise 5 kişi ile Orta Afrika’da olduğunu görüyoruz. Ülkemizdeki ortalama hane halkı büyüklüğü ise 3,8.
Dünyadaki hane sayısının 1,5 milyar civarında olduğu tahmin ediliyor. Ülkemizdeki hane sayısı 19,5 milyon. Talebin aralıksız yükselmesine rağmen dünyada ev sahipliliği oranı ise giderek artıyor. Hane halklarının üçte ikisi kendi konutunda oturuyor. Türkiye’de de oranlar pek farklı değil.
Aslında karşımızda çok karamsar bir tablo yok ama herhalde hiçbirimiz Kowloon gibi bir yerde yaşamak istemeyiz. Buzdolabında yiyeceğiniz, üstünüzde kıyafetiniz, başınızı sokacak ve uyuyacak bir çatınız varsa dünyanın %75’inden daha zengin olduğumuzu hatırlayarak daha iyi hissedebiliriz.
Peki, ortalama ömrün arttığı, gelirin yükseldiği, hane halkı sayısının küçüldüğü, 2050 yılında 9 milyarın üzerinde kişinin konut ihtiyacı nasıl karşılanacak? Yükselen konut fiyatları karşısında yeni finansal çözümler çıkacak mı? Hayalimizdeki eve ulaşmak için neler yapmalıyız?
Aklıyla ortaya çıkan sorunlara çözüm bulan insanoğlunun konut sorununa getirdiği yenilikçi çözümleri görmekten keyif alacağımıza inanıyorum.
Söylesene, bir ev ne zaman ev olur?
Tuğlaları döşeyip, boyayı çekince mi?
Yoksa çayı demleyip, perdeleri çekince mi?